İçindekiler
- 1 Ofiste Bir Öğle Sonrası: Seçimle Baş Başa
- 2 Önce Şu Soruyu Sor: Hangi Sorunu Çözüyoruz?
- 3 MySQL’i Ne Zaman Tercih Ederim?
- 4 MariaDB’yi Seçtiğim Projeler
- 5 PostgreSQL ile İşler Ciddileşince
- 6 Ölçekleme Hikâyeleri: Okuma-Yazma Ayrımı, Önbellek, Bağlantılar
- 7 Güvenlik ve Sırlar: Parola Değil, Düzen
- 8 Yedekleme ve Geri Dönüş: Test Etmediğin Yedek, Yedek Değildir
- 9 Seçim Haritası: Basit Heuristikler, Rahat Adımlar
- 10 Kapanış: Doğru Cevap, Kendi Yolunda Saklı
Ofiste Bir Öğle Sonrası: Seçimle Baş Başa
Hiç başınıza geldi mi? Bir proje brief’i masaya konur, herkes heyecanlı, planlar uçuşuyor; sıra veritabanına gelince odada kısa bir sessizlik olur. “MariaDB mi, MySQL mi, PostgreSQL mi?” sorusu öylece ortada kalır. Geçen ay tam böyle bir öğle sonrası yaşadım. Kahvem soğurken geliştirici arkadaş “Abi, WordPress var ama sepet tarafı ayrı bir servis olacak; raporlama da ağır olacak” deyince, gözümün önünden yıllardır yaptığım kurulumlar, göçler ve ufak tefek krizler film şeridi gibi geçti. Kimi zaman MySQL’in tanıdıklığıyla güven verdim, kimi zaman MariaDB’nin pratikliğiyle hız kazandım, kimi zaman da PostgreSQL’in disiplinine yaslanıp içim rahat uyudum.
Bugün, o masadaki konuşmanın aynısını seninle yapalım istedim. Uzun, sıkıcı bir çizelge yok. Basitçe, “Hangi web uygulamasında hangi veritabanı beni yormaz ve uzun vadede yüzümü güldürür?” sorusuna yanıt arayacağız. Mesela içerik ağırlıklı bir siteyi düşünelim, bir de çok adımlı ödemeli bir SaaS’ı. İhtiyaç değiştikçe cevap da değişiyor. Bu yazıda, güçlü ve zayıf yanları cümlelerin arasına serpiştirerek, gerçek hayattan küçük hikâyelerle yol alacağız. Amacım seni bu üçlü arasında rahat ettirmek; sonunda “Tamam, şimdi ne yapacağımı biliyorum” diyebilesin.
Önce Şu Soruyu Sor: Hangi Sorunu Çözüyoruz?
Veritabanı seçimi, aslında ürünün karakterini tanımakla başlıyor. Bir blog, bir pazar yeri, bir randevu sistemi ya da bir raporlama panosu… Her birinin veriyle kurduğu ilişki ayrı. Mesela WordPress veya WooCommerce gibi PHP dünyasından çıkan projelerde MySQL kök salmıştır; tak-çalıştır rahat gelir. Bir SaaS kurarken ise çok katmanlı işlemler, sıkı veri bütünlüğü ve karmaşık raporlar devreye girer; o noktada PostgreSQL’in ciddiyeti içini rahatlatır. MariaDB ise kimi zaman “Benim altyapım MySQL gibi ama daha çevik ve topluluk odaklı olsun” diyenlerin dostu olur.
Mesela şöyle düşünün: Tek bir sunucuda başlayıp hızla trafiği artabilecek bir içerik projeniz var. Önbellekle akıllı davranırsınız, ardından okuma kopyaları devreye girer ve bir sabah uyanırsınız; “okuma-yazma ayrımı” diye fısıldarsınız. Bu yolculukta MySQL’in etrafında büyümüş ekosistem rahat ettirir. Başka bir sahne: Finansal veriler, karmaşık sorgular, JSON alanlarıyla karışık ilişkiler, bir de coğrafi sorgular… Bu masada PostgreSQL’in sesi kalın çıkar. MariaDB ise, “Hafif ayağa kalkacağım, topluluk gücüne güveneceğim, esnek depolama motorlarıyla oynayacağım” diyenlere göz kırpar. Bu üçlü, aynı orkestrada farklı enstrümanlar gibi; parçanın ruhuna göre biri soloyu alır.
MySQL’i Ne Zaman Tercih Ederim?
Yıllardır WordPress, Laravel ve farklı PHP projelerinde MySQL ile çok kez omuz omuza verdim. En büyük rahatlığı, “şimdi ne olacak?” diye sormadan ilerleyebilmek. paylaşımlı hosting’den yönetilen bulut servislerine kadar, MySQL her yerde bir kapı aralar. Bir gece yarısı, WooCommerce’te kampanya akarken ana veritabanına yazma yükü artmıştı. O an okuma trafiğini ayırıp bağlantıları akıllıca yöneterek nefes aldık. Böyle durumlarda ProxySQL ile MySQL read/write ayrımı ve bağlantı havuzu üzerine gerçek dünya rehberi gibi bir yol arkadaşlığı, işi kolaylaştırır.
MySQL’in tanıdıklığı sayesinde ekipler hızla adapte olur. ORM kullansanız da, doğrudan sorgu yazsanız da, sürpriz sayısı azdır. Bir diğer güzellik, ekosistemin genişliği; izleme, yedek, şema göçleri için seçenek çok. Tabii her rahatlığın bir bedeli var. Şema disiplinini sıkı tutmazsanız, ufak kaçamaklar zamanla büyük temizliklere neden olabilir. Karmaşık ilişkiler ve ağır raporlar artınca, sorgularınızı düzene sokmanız ve indekslerinizi özenle kesip biçmeniz gerekir. Ama açık konuşayım, pratik ve hızlı başlangıç gerektiren web uygulamalarında MySQL çoğu kez ilk taşı koydurur. Özellikle içerik odaklı veya e-ticaretin çekirdekte basit çalıştığı senaryolarda, kurulumdan canlıya geçişe kadar güvenli bir rotadır.
Ufak Bir İpucu
Yoğun trafik altındaki MySQL tabanlı WordPress veya Laravel projelerinde ağ katmanındaki ince ayarların etkisi şaşırtır. TCP ve buffer ayarlarını sakin sakin yapmak bazen veritabanından önce nefes aldırır. Bu konuda yüksek trafikli WordPress/Laravel’de Linux TCP tuning üzerine pratik notlar iyi bir başucu yazısıdır.
MariaDB’yi Seçtiğim Projeler
MariaDB ile tanışıklığım çoğu zaman “mevcut MySQL düzenini daha çevik ve topluluk dostu bir yere çekelim mi?” sorusuyla başladı. Özellikle Linux ağırlıklı sunucularda, paket yönetimindeki kolaylık ve topluluk desteği insana güven verir. Bazı projelerde düşük gecikme ve hafiflik hissi hoşuma gider; baştan sona açık kaynak ruhunun etkisi hissedilir. Kimi kurulumlarda, depolama motorlarının davranışlarını ince ince ayarlayarak istediğim dengeyi buldum. Bazen de basitçe “yıllardır aynı tarza alıştık, ama ufak bir tazelenme fena olmaz” dediğimizde MariaDB iyi bir adım olur.
Tabii bir de işin uyum tarafı var. MySQL ile aynı aileden geliyor gibi görünse de, zamanla ikisinin bazı özelliklerde farklılaştığını gördüm. Özellikle MySQL 8 ile gelen kimi yenilikler ve MariaDB’nin kendi rota tercihleri, uzun vadede “iki yönlü tam uyumluluk” bekleyen projelerde dikkat gerektiriyor. Bu kötü bir şey değil; sadece yükseltme planı yaparken iki satır not almayı unutmamak lazım. Ekipler arasında “bu fonksiyon burada neden böyle davranıyor?” sorusu çıkmadan önce bir test ortamında deneme yapmak, gece uykusunu korur.
MariaDB ile Rahat Hissettiğim Senaryolar
Monolitik bir PHP uygulaması, tek bir güçlü makine üzerinde başlayıp ölçülü şekilde büyüyecekse, MariaDB ile kısa sürede ayağa kalkmak kolaydır. Okuma yükü arttığında replikasyonla genişlersiniz, uygulama tarafında sorguları sadeleştirir ve indeksleri dikkatle kesersiniz. Bu düzen, stabil bir ritim yakaladığında epey dayanıklıdır. Ekip de MySQL’e alışkınsa, MariaDB geçişi genellikle “bir kahvelik” bir öğrenme eğrisi yaratır.
PostgreSQL ile İşler Ciddileşince
PostgreSQL, benim için “veri kurallarını sıkı tutup karmaşık ilişkileri incitmeden yürütmek” demek. Finansal işlemleri olan bir SaaS, çok boyutlu raporlar, JSON alanlarıyla ilişkisel verinin iç içe geçtiği yapılar… Bu örneklerde PostgreSQL’in dayandığı omurga, uzun vadede gönül rahatlığı sağlar. Veri bütünlüğü (yabancı anahtarlar, kısıtlar, tetikleyiciler) konusunda sıkı durur; “iş kuralını uygulamada yazayım da geçeyim” dediğiniz yerlerde bile “veri katmanı”ndan destek alırsınız. Sorgu planlayıcısı yaptığınız iyileştirmeleri hisseder, indeks çeşitliliği işinizi kolaylaştırır.
Bir keresinde çok kiracılı (multi-tenant) bir uygulamada, raporlama istekleri projeyi baştan aşağı titretiyordu. Bazı kritik sorguları pencereli fonksiyonlarla zarifçe toparlayınca, hem okunabilirlik hem performans toparlandı. JSONB alanlarında esneklik sağlarken, ilişkisel modelin ciddiyetini de kaybetmedik. Elbette PostgreSQL’le dans, biraz daha disiplin ister. Bağlantı sayısını külçe gibi üstüne atarsanız bunalar; havuzu dikkatle yönetmek gerek. Bu noktada hafif bir bağlantı havuzu aracı eklemek çoğu zaman ilaç gibi gelir. İlk öğrenme eğrisi MySQL’e göre biraz daha dik olabilir; ama vardığınız düzlem, karmaşık web uygulamalarında uzun süre boynunuzu ağrıtmaz.
Gözünüz Arkada Kalmasın
Coğrafi veriler, tam metin arama, karmaşık raporlama… Postgres ekosistemi bu alanlarda geniş bir oyun alanı sunar. Ara sıra resmi kılavuzlara bakmak, sürüm geçişlerinde küçük sürprizleri engeller. Merak edenler, PostgreSQL’in detaylı kılavuzlarına göz atarak bazı küçük taşları yol başlamadan kenara çekebilir.
Ölçekleme Hikâyeleri: Okuma-Yazma Ayrımı, Önbellek, Bağlantılar
Web uygulamalarında büyüme genellikle “yavaş yavaş ve sonra birden” olur. Bir gün trafik artar, başka bir gün kampanya patlar. Bu dalgaları karşılamak için ilk refleksim, yazma trafiğini tek bir ana düğümde tutarken okumayı kopyalara dağıtmaktır. Uygulama tarafında “okuma-yazma ayrımı” yapabildiğiniz an, veritabanınızın omuzlarından görünmez bir yük kalkar. MySQL tarafında bunu pratikleştirmek için ProxySQL ile gerçek hayatta kullanılan okuma-yazma ayrımı stratejilerine bakmak iyi bir başlangıçtır.
Bir diğer kahraman da önbellek. Basit bir sayfa önbelleği bile çoğu zaman veritabanına bir yorgan serer. Redis gibi bellek içi sistemler, en sık sorulan sorgularınızı bir süreliğine üzerlerine alır. Böylece veritabanı, karmaşık ve gerçekten canlı olan işlerle meşgul kalır. Bağlantı havuzu meselesi ise gözden kaçan bir incelik. “Gerekenden fazla bağlantı” iyi bir şey değildir; veritabanı sunucusunun nefesini keser. Uygulama katmanında bağlantıları akıllıca yeniden kullanmak, bazen donanım yükseltmekten daha hızlı bir kazanç verir.
Ağ katmanı ve işletim sistemi ayarları da sahnenin görünmeyen kahramanlarıdır. Özellikle ani trafik artışlarında TCP, dosya tanıtıcıları ve buffer ayarları huzur verir. Bu konuyu dert ettiğinizde, yüksek trafikte Linux TCP tuning notlarını incelemek güzel bir alışkanlık olur.
Güvenlik ve Sırlar: Parola Değil, Düzen
Veritabanı seçimi konuşurken güvenliği atlamak olmaz. En temel kural, uygulama kodunun içine parolaları gömmemek. Ortam değişkenleri, şifrelenmiş dosyalar ve erişim kontrolü… Hepsi bir düzenin parçası. Bir projede, “parolalar .env’de” diye başlayan cümlelerin bir sabah “o dosya nasıl sızdı?” ile bittiğini görmüştüm. O gün, sırların sadece şifreli durması değil, dönemsel rotasyon ve yetki daraltma ile yaşaması gerektiğini bir kez daha anladım. Bu düzende, VPS’te secrets yönetimini sops + age ile tatlı tatlı çözmek hem devreye alma hem de bakım aşamasında içi rahat bir akış sunuyor.
Diğer tarafta, veritabanı kullanıcılarını görevine göre bölmek ve her kullanıcıya “ihtiyacı kadar yetki” vermek altın kural. Üretim, test ve yerel ortamlar arasındaki verileri karıştırmamak da öyle. Yedeklerin şifreli olması, yedekten geri dönüşün test edilmesi, ağ üzerinden iletişimin şifrelenmesi… Hepsi tek parça bir öykünün cümleleri. Küçük ayrıntılar gibi görünürler, ama kriz anında oyunu onlar çevirir.
Yedekleme ve Geri Dönüş: Test Etmediğin Yedek, Yedek Değildir
Veritabanını seçtin, şemanı kurdun, trafik de tatlı tatlı akıyor. Şimdi bir adım geri çekilip “Ne zaman geri dönebilirim?” diye sormanın tam zamanı. Sıcak yedekler, artımlı yedek akışları, anlık görüntüler… Hepsi mümkün. Ama şunu unutma: Geri dönüşü test etmediğin yedek, yedek değildir. Bir projede, düzenli yedek aldığımız halde geri dönüşte versiyon farkından dolayı iki saatlik bir boşluk oluşmuştu. Bir daha aynı riski almamak için hem sürüm notlarını hem de geri dönüş senaryolarını otomatikleştirdik. Dosya bütünlüğü koruması ve değişmezlik (immutability) ise fidye yazılımlarına karşı sigorta gibidir.
Bu konuda S3 Object Lock ile fidye yazılıma dayanıklı yedek stratejileri ve geri dönüş testlerini açıp kendi düzeninize uyarlamak, geceleri daha iyi uyumanızı sağlar. Yedeklerinizi uygulama sürümleriyle eşleştirmek, veri göçlerinde “önce dene, sonra canlıya al” prensibini işletmek ve otomasyona güvenmek, rutininiz olduğunda krizler anlatacak “hikâyelere” dönüşmez.
Seçim Haritası: Basit Heuristikler, Rahat Adımlar
Şimdi o meşhur soruya dönelim: Bu üçlü arasında nasıl karar vereceğim? Anlatayım. İçerik ağırlıklı sitelerde, WooCommerce gibi e-ticaret kurulumu yapanlarda, PHP dünyasının hemen yanında yürüyen projelerde MySQL genellikle ilk adım olur. Hızlı kurulur, ekipler yabancılık çekmez, ekosistemi geniştir. Büyüme başladığında okuma kopyaları, basit önbellek ve akıllı bağlantı havuzu ile epey yol alırsınız. MySQL tarafında yönergelere göz atmak isterseniz, MySQL’in kapsamlı referansına uğramak günlük hayatta işe yarar.
MariaDB, bu dünyaya çok yakın yürüyen ama topluluk dokusunu daha belirgin hissettiren bir yol. Paket deposundan kurulumu, konfigürasyon deneyimi, kimi iş yüklerinde hissettirdiği çeviklik… Bazen sırf bu akıcılık için tercih edildiğini gördüm. Yine de uzun vadeli bir üründe, “yarın öbür gün MySQL 8’in şu özelliğine ihtiyaç duyar mıyım?” sorusunu sorup küçük bir POC yapmak akıllıca. Kılavuzları sevenler için MariaDB’nin resmi dokümantasyonu el altında dursun.
PostgreSQL ise “ilişkiler sıkı, kurallar net, raporlar derin” olduğunda bir omuz genişliği sağlıyor. JSONB ile esneklik, kısıtlarla disiplin, indeks zenginliğiyle performans bir arada olduğunda, karmaşık web uygulamaları uzun vadede huzur buluyor. “Daha iyi planlanmış sorgular, kontrollü bağlantı yönetimi ve temiz şema” üçlüsüyle Postgres içini ferahlatır. Merak ettikçe PostgreSQL dokümanlarının ilgili bölümlerine kısa kısa bakmak güzel bir alışkanlık.
Son söz: Her proje bir hikâye. Ekibin deneyimi, bakım yükü, göç ihtimali, bütçe ve büyüme hızı… Hepsi tabloda görünmeyen ama kararı belirleyen satırlar. Küçük başlayıp ölçerek büyümek, ara ara “seçimimiz hâlâ doğru mu?” diye sormak, log’ları ve metrikleri ciddiye almak, sizi doğru veritabanına götüren sessiz pusulalar.
Kapanış: Doğru Cevap, Kendi Yolunda Saklı
Bu yolculukta amacım sana bir “kazanan” göstermek değildi; dürüstçe söyleyeyim, böyle bir şey yok. Doğru veritabanı, doğru zamanda doğru projedir. MySQL ile hızlı ve sorunsuz başlamak, MariaDB ile topluluk rüzgârını arkana almak ya da PostgreSQL ile kurallı bir düzlem kurmak… Hepsinin sırası var. Yapman gereken, ürününün ritmini dinlemek. Yazma yükü nerede artıyor, okuma nerede yoğunlaşıyor, raporlar ne kadar karmaşık, şeman ne kadar sık değişecek… Bu soruların her biri, seni doğru kapıya yönlendirecek küçük işaretler.
Pratik bir kapanış önerisi bırakayım: Önce küçük bir prototip kur, gerçek veriye yakın bir örnekle test et, sonra ölçekleme ve yedek planını yaz. Güvenlik katmanını baştan kur, sırları düzenli rotasyona bağla ve yedek dönüşünü gerçekten dene. Hazırsan, projeni canlıya çıkar ve izlemeyi elinden bırakma. Takıldığın yerde, okuma-yazma ayrımı gibi büyüme reçetelerine, secrets yönetimi pratiklerine ve sağlam yedek alma notlarına göz atmak iyi gelir. Umarım bu yazı, o meşhur soruya içten bir cevap bulmana yardımcı olmuştur. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere; projene şimdiden bereketli sorgular, tertemiz şemalar diliyorum.
